🐍 Ne Çok Öldük Yaşamak Için Anlamı

sessiz usul kimsesiz ölmektir. en acı ölümlerden birisidir. varsa bir kedisi, köpeği tek bekleyeni başında o dur. üzücüdür ve kimsenin başına gelmemesini dilediğimdir. sebepleri mutlaka kişiseldir, ama çoğu kez bozulmuş ilişkiler, travmatik bir dram yatmaktadır ardında. Busavaşlarda binlerce insanımız vatanı için canlarını feda etmişler ve başka hiçbir şey düşünmemişlerdir . Bunun için de ne çok öldük yaşamak için diyebiliriz . Yaşamak için , gelecek nesillerinin bağımsız bir ülkede yaşamaları için atalarımız kan dökmüştür. Bizim başka milletlerin manda ve himayesi Evrensel yasalar, gülümseyerek ve olumlu bir şekilde selamlayarak insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağladığımız takdirde, onların da bize karşılığını vermek üzere aynı şekilde davranacakları nı söyler! En önemli şey, sevilmektir! İnsanlar bizi sevdiklerinde, bizimle işbirliği yapmak üzere daha istekli olurlar! Muhammet Ali GEZİCİ yazdı : Ne Çok Öldük Yaşamak İçin - Eğitim haberleri ve son dakika MEB haberi burada! Türkiye eğitim haber, öğretmen haberleri, öğretmenler haber, eğitim haberci, MEB haberleri, MEB personel haberleri, öğretmen sayfası duyuruları ve güncel eğitim haberi sitesi Hayat insanların hayalini kurduğu gibi bir yol izlemiyor. Anlamı ve amacı olan hayatın hızlı akışında her anı değerlendirmek, son “an” gibi yaşamak mümkün olamıyor. Zaman herkesi seçimlerinin ardından yeni ufuklara doğru sürüklüyor ve kimseyi beklemeden geçip gidiyor. Önünde birçok engeller olan insan yeryüzündeki vaktini doyasıya yaşayamıyor. Oysa derler her şey anlamsız ve buymuş anlamı. görece her şey zaten zamansız, herkes yaşar anı. yaşamak çok güzel bi' şey. yanında insanlar, üstünde yıldızlar. kötü şeyler var tabi. altı üstü kaç yıl yaşarımız var. şanslıyım daha içimde hiç sönmeyen ateşim var. vurmuşum belki en dibe, mühim değil, umudum var Yaşamakkısaca anlamı, tanımı. Yaşa : Hoşnutluk, sevinç ve benzerleri duyguları anlatmak için söylenen bir söz, yaşasın, ole. Ak koyunların üstüne süs ya da im olarak sürülen kırmızı boya. Kırmızı toprak. Sağlıklı ol, varlığını sürdür, rahat bir yaşamın olsun anlamında kullanılan bir isim . 3 Nisan 2008. #3. Ce: yorgunumçünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var! yorgunum çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bi anlamı var. yinede yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına düşmanlarım varamazlar. Cevapla. Biçimlendirmeyi kaldır. Kalın. Benim yaptığım yorumdaki şu kısım sanırım kafana takılmış: Ne kadar kürek çeksen de akıntının seni götüreceği yeri biliyorsun.Bu yüzden ölüm korkusunun var olması çok doğal.Ölüm korkusunu yenebilmek ölümün kendisi ile mümkün olabileceği gibi sonsuz bir uyku haline özlem duymak da insanın içini bir nebze 9NbKL2. Tarihte de böyle olmuştur her zaman, vakitsiz ölümler hep birilerine düşer… Yoksula… Kimsesize… Her yanından irin sızan insafsız düzenin kahrını, hiç bitmeyen bir çile olarak çeken gariplere… Düzen böyle kurulmuştur, varsıllık piramidinin en altındakiler, yoksulluk kadar bitimsiz acılara da mükelleftir aynı zamanda. Ecelsiz ölümlerin kör karanlığına, hayattan, çocuklarını gülen bir yüzle sofradan kaldırmaktan başka hiçbir beklentisi olmayan temiz yüreklerin yolu düşer en çok da… Adına “kader” denen kahpe devran, en sızılı yüzünü hep onlara gösterir. Herkes bilir ki, yitip giden oğulları için gözyaşı dökenlere, “…Ağlama demiyorum; ama fazla ağlama. Boğum boğum ağla. Geçmişte ağladık, şimdi ağlıyoruz, gene ağlayacağız…” diyen bilgelerin yüzü, dili, milleti, coğrafyası değişse de yoksullukları birdir… Aynı acının ateşinde yanmak gibi bir ortak kaderde birleşmiştir hepsi… Bir de tersi var elbette. Kimileri taburlar dolusu toprağa düşerken başlarına basıp yükselmeye çalışan alçaklara binlerce kez tanık oldu insanoğlu… Ölümü kutsayan zorbalar, insan kanı içen tiranlar, saltanatını acı ve gözyaşı üzerine kuran zalimler tarih sahnesinden hiç eksik olmadı. Hâlâ görüyoruz onları ve korkarım ki insan denen canavarın içindeki o akıl almaz para ve iktidar tutkusunu aşamadığımız sürece görmeye de devam edeceğiz… Ta ki tüm insanlığın, “Artık yeter” haykırışlarıyla hep birlikte ayağa kalktığı vakte kadar, iğreti yüzlerinden dökülen timsah gözyaşlarını acıdan buruş buruş olmuş bir yüzle seyredeceğiz. Kendilerine zeval gelmemesi için fedai ordusuyla gezip her geçtiği yerde terör estiren tiranların, onar yüzer ölen yoksulların ardından, ”Ölüm onların fıtratında var” sözleri yankılanmayı sürdürecek kulaklarımızda… TARİHİNİ ZULÜMLE YAZAN COĞRAFYA Tarihin zulümle yazıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Acı kol geziyor ülkemizde… Savaşlardan, soykırımlardan, iskân ve ıslah edilemediği için tenkil edilenlerden, infaz mangalarından, yangınlardan, yıkımlardan, depremlerden arta kalanlar katliamlarla adeta yok edilmeye çalışılıyor… Zulüm bir Sivas’ı bir mesken tutuyor kendine, bir Maraş’ı… Sonra Çorum’a çeviriyor yüzünü. Meralardan, dağlardan, fabrikalardan geçip Zonguldak’ta bir başka kanıyor… Soma olup çıkıyor nihayetinde… Acılı anaların sevgili ölülerine döktüğü gözyaşları kurumadan, yalan üzerine yalandan kurulu kipkirli bir iktidar savaşı sürdürülüyor ardından… Anımsayan çıkacaktır, son yazımda, “Egemenlerin ördüğü yalan duvarını aşmak için yeni yalanlar üretmek dahil her şeyi mubah sayan, neyin doğru, neyin gerçek olduğuna bakmadan işine yarayan tezviratı yaymayı gazetecilik sanan aklıevvellere de birkaç şey söylemek isterim. Zalimlerin ekmeğine yağ sürmekle kalmıyor, gerçeğin açığa çıkmasını da engelleyerek suça ortak oluyorsunuz…” demiş, eklemiştim “Yalaka basının servis ettiği Soma Gezi’nin intikamı olarak patlatıldı’ vicdansızlığının başka dile tercümesinden başka hiçbir anlamı olmayan tezviratlarla doğru soruların peşine düşülmediği gibi zalimlere koz da veriliyor…” TİRANLAR SİNSİLİKLE ELLERİNİ OVUŞTURUYOR İçimiz yanarak izliyoruz, tüm iletişim organlarında yalnızca bu tip tartışmalar yapılıyor artık. Katillerle, her an yeni katliamlar üretmeye hazır ahlaksız düzeni teşhir etmek yerine, apolitik bir dille üretilen şamatalı tezvirat akıl almaz biçimde pompalanıyor. Hiçbir mantık süzgecinden geçirilmeden ortaya atılan iddialar yalnızca zalimlerin işine yarıyor. Yalaka basın, can simidi gibi sarıldığı sözlerin üzerinden gündemi saptırıp katilleri gizlemeye çalışırken, “Ölüm madencinin kaderinde var” acımasız cümlesini kuran haramiler, kirli yüzlerini kurnazca gizliyor arkasına… Toplumu olabilecek en keskin kamplara bölüp kitlesini tahkim ederek iktidarını sağlama daha da sağlamlaştırmaya çalışan AKP çevresiyse ortalığı saran toz duman arasında sorumluluktan kaçmaya çalışıyor… Haykırıyorum buradan, düşün ölülerimizin yakasından. Yaralarımız oluk oluk kanarken, yürütülen bu kirli kavga canımızı yakmıyor yalnızca, insan yanımızı da öldürüyor. Görmüyor musunuz, gerçekler kayboluyor içtenliksiz bağrışlarınız arasında, katillerin kirli yüzü bir bir yitip gidiyor. Tevekkülle toplumu uyuşturup, kaderine razı etmeye çalışan tiranlarsa sinsilikle ellerini ovuşturuyor. Bizeyse, Onat Kutlar’ın dizlerini fısıldamak kalıyor usulca “Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin / Unutmamak için / Çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz / Ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından / Ve ellerinden fenerle benim arkadaşlarım / Durmadan düşünüyorum / Ne kadar çok öldük yaşamak için” Ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım, Durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük Yaşamak için ..! Onat Kutlar Bir süredir görüşemedik....Hepimiz derinden hissettik acıyı biliyorum...Tarif edilemez bir isyan aynı zamanda da çaresizlik yaşadık....Unutmadık ama en fazla üç gün sürdü 20. yüzyılda ölüm acısı....ve hayat akmaya başladı... Ethem Sarısülük, 1 yıl önce öldürüldü. Mahkemesi vardı dün... Karar açıklandı Katili, 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezası yedi. Yatarı 5 yıl bile değil. Yok olan gencecik bir hayat ve onunla birlikte yaşarken yok olan onlarca yakını... İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? [[HAFTAYA]]* Aynı saatlerde İstanbul’da bir tanker üst geçide çarptı. Üst geçit çöktü. 1 ölü, 4 yaralı var. Yolcu dolu bir metrobüs üst geçide 5 metre kala zar zor durabildi... Duramasaydı çok daha büyük bir facia yaşanacaktı. Tanker şoförü, “Elim düğmedeydi ama damperi indiremedim..” demiş... Ayağın yok muydu be adam, frene basamadın mı? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? * 2 evlilik yapıp, 2 karısını da öldüren adamın önceki gün canlı yayına çıkıp “Yeniden evlenmek istiyorum” demesi olay oldu. “Vay utanmaz adam” diyor ahali... Adam utanmaz ona şüphe yok da niye hiç kimse “2 tane insanın canını alan bir herifin dışarda ne işi var?” diye sormuyor? Bu nasıl bir adalet anlayışıdır ki - vazgeçtim kadını erkeği - 2 insanı’ mezara sokup ardından elini kolunu sallaya sallaya sokakta dolaşmasına izin veriyorlar? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? * Soma’da 301 işçi hayatını kaybetti? Bedeli? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? * Ağustos ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 158. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? * Geçen yıl Türkiye’de kimi iş yerinde kimi aile içi şiddette kimi okulda kimi hastanede kimi açık unutulmuş rögar kapağında 609 çocuk öldü. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? * Benzinin, etin fiyatı yanıltmasın sizi... Dünyanın en ucuz hayatını yaşıyoruz! Düşünsenize ölmek bedava! Unutulmuş Kent şiirinde “Durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için” diyen Onat Kutlar, 1994 yılında bombalı saldırıda yaralanmış, 11 Ocak 1995'te hayatını kaybetmişti. Aynı şiirde “Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin / unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz” dizeleri de yer alan Kutlar ile Mart 1986'da yayınlanan söyleşi…Unutulmuş Kent'teki şiirleriniz bize ayrılıkları, dindirilemeyecek gibi görünen özlemleri yaşatıyor. Şiirlerinizde yer yer yoğun bir hüzün duygusu var. Bu duyarlığı şiirlerinize yükleyen şeylerden söz eder misiniz? - Hüzünden başlayalım. Hüzün değil efkâr. Bir Anadolu sözcüğüdür bu. Çok sağlam bir uyak aranmazsa hüzün güzel, efkâr bahar uyaklıdır. Unutulmuş Kent, iki kitaptan oluşuyor. Pera'lı Bir Aşk İçin Divan ve Unutulmuş Kent. Pera'lı Bir Aşk İçin Divan bir aşk divanıdır. Unutulmuş Kent'in tema'sı da hemen hemen aynı. Her ikisinde de bir kentin ya da semtin yer alışı aynı zamanda bu aşk şiirlerinin, içinde uzun yıllarımı geçirdiğim bu kentle özel, adeta gizemli diyebileceğim ilişkisinden doğuyor. İstanbul gerçekten sadece ülkemizin değil, yeryüzünün en güzel kentlerinden biri. Ve bence önemli bir özelliği, yaşanarak araştırılması ve keşfedilmesi gerekli güzellikleri ortaya çıkararak yaşamak, bunları şiire dönüştürmek ne demekse bir insanın sevdiği insandan oluşturduğu şiir de odur. Kaldı ki, şiirlere yansıyan bu duyarlığı birçok insanla paylaştığıma inanıyorum ve içinde yaşadığımız yılların ayrılıklar, özlemler ve bir türlü ortadan kaldırılamayan yoğun bir efkâr duygusuyla yüklü olduğunu da ilişkilerinde dayanışma, geleceğe dönük en büyük güç Ancak okuru hüzne yenik düşürmemeye özen göstermenizin nedeni de, “efkâra dalma"nın başkalığından olsa gerek… - Doğru. Kitap bir öykümün son cümleleriyle noktalanıyor. O cümleler şöyle ”… Diyor ki içimden bir ses, beni yüreğinin üstüne bir mühür gibi koy. Çünkü ölümden daha güçlü bir sevgiye ihtiyacım var. Geçmişin selvi ağaçlarından, sönen yıldızın ışığından, köşeyi dönerek kaybolan gençlikten kutulmaya ihtiyacım var. Bir insan elinin sıcaklığına…“ Yalnızca sevgide değil, tüm insan ilişkilerinde dayanışmanın, birlikteliğin geleceğe dönük en büyük güç olduğuna bugün her zamankinden daha fazla şiirlerinizde, eski kent manzaraları içine sinematografik biçimde serpiştirilmiş, çocukluk ve gençliğe ilişktin nostaljik öğeler gözleniyor. Bununla birlikte, asıl gözlenen şu Bugüne daha çok yaklaşmak ve bugünün anlamına varmak. Yanılıyor muyuz? - Her şeyden önce şuna inanıyorum. Türkiye'de yazan bir şair önemli, zengin bir şiir geleneğinin ve derinlikler taşıyan bir kültürel birikimin içinde deviniyor demektir. Bir zamanlar Melih Cevdet Anday'ın genç bir ozana verdiği yanıtta dediği gibi, "Ozanın yaşı yoktur.” Ben bu cümleye şunu eklemek istiyorum. Şiirin de zamanı yoktur. Şiirde geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman çoğu kez birbirine karışır. Tıpkı gerçek olanla düşsel olanın, bilinçle bilinçaltının, sözcüklerin kendisiyle işaret ettikleri şeylerin, günlük 'dil'le 'üstdil'lerin birbirine karıştıkları gibi. Belki de şiir, geçmişin deneyimini unutuluştan kurtarmak, geleceği bugüne yaklaştırmak ve şimdiyi alabildiğine yaşamaktır. Şiir de aşk gibi her şeyi birden ister. Bu yüzden özlemleri lirizm, yoğun bir duyarlık ve zekânın ince sokuluşlarından oluşuyor. Romantizmin yanı sıra ironik öğeler birden ortaya çıkıveriyor. Örneğin Hafız'a yönelik gönderme… Lirizm ve ironi arasındaki ilişki üstüne neler söylemek isterdiniz? - Bu şiirlerin büyük ölçüde yaşadığım şeylerden kaynaklandığını söylemeliyim. Yaşamın kendisinde neler varsa, bir sınırlama getirmeksizin ve benim becerebildiğim ölçüde şiirlere yansımıştır. Şiirlerde yer yer birkaç katmanlı okuma söz konusudur. İlk anda yalın bir duyarlığı yansıtır görünen bir şiirde, daha alt okumalarda, kültürel göndermelere ya da ironiye rastlamak de Japon ve Cezayir motiflerini sıkça kullanmışsınız. Bu motiflerin taşıdığı sembolik değerler olmalı. Ne diyorsunuz? - Çok gerçek değerleri var. Cezayir ile ilgili şiirler, benim bir Cezayir yolculuğum sonrasında yazıldı. Cezayir çok sevdiğim bir ülke. Japonya'ya gelince, Japon sanatında beni çok etkileyen yanlar olduğunu geleneğimizden ya da Doğu geleneklerinden esinlenmemiz doğalYer yer divan şiiri öğelerinden yararlandığınızı görüyoruz. Çağımız şiirinin, divan şiiri olanaklarını deneme ve özümsemesi konusundaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? - Tıpkı günümüzde sanatların bağımsızlık savaşlarının önemini yitirişi gibi, şiirde de artık gelenekten kopma ya da geleneğe bağlanma tavırları çok anlamlı değil. Az önce Japon sanatından nasıl etkilendiğimi anlattım. Aynı biçimde kendi şiir geleneğimizden ya da öbür Doğu geleneklerinden esinlenmemiz son derece doğal. Bu konuda Nâzım'ın bütün kültürlere açıklığı savunan sözlerini yeniden hatırlamakta yarar şiir dışındaki edebî türlere yaklaşmanızda da bir “şiirsiz edemeyiş” gözleniyor. Yeter Ki Kararmasın'daki denemelerinizde, İshak'taki öykülerinizde bu durum çok açık. Yine, sinema uğraşınızda da gizli ya da açık, bu “şiirsiz edemeyiş” söz konusu. Siz ne düşünüyorsunuz? - Kafka, Gustave Janouch ile konuşmalarında, bir soruya kısa ve kesin bir yanıt veriyor. “Şiir yaşamı değiştirir.” Ben yaşamın değişmesinden yanayım. Bu yüzden de şiir yazmadığım zamanlarda, hiç olmazsa şiir okuyarak bu tutkuyu Taviani filmini bir şiir gibi okuyabilir, bir Nâzım şiirini bir film gibi izleyebilirsinizBizde pek üstünde durulmayan bir konuda görüşlerinizi almak istiyoruz Sinema çağımızın en yeni ve en etkili sanatı; şiir, sanatların en eskisi. Sinema dili ve şiir dili arasındaki ilişiler, şiirde sinemasal görüntü ve motiflerin yer alması, şiir ve sinema arasındaki özellikle lirizm yönünden ortak paydalar bulunması konusunda ne düşünüyorsunuz? - Resim ya da müzik kendi anlatım araçlarını, işaret ettikleri bir anlamı dile getirmeksizin de kullanabilirler. Örneğin soyut bir tablo, kendisinden başka bir şeye işaret etmeyebilir. Bir müzik yapıtının işaret ettiği şey, gene kendisidir. Oysa edebiyatta ve sinemada bu pek mümkün değil. Genellikle marjinal kalan deneysel yapıtları bir yana bırakıyorum. Ama şiir, düzyazı ya da sinema dilinin anlatmak istediği, işaret ettiği, “kendisinden başka bir şey” vardır. Bunu söylerken dilin, sözcüklerin, görüntü parçalarının önemini küçümsemek istemiyorum. Ama sözcükleri ya da görüntüleri bir araya getiren ve yalnızca kendileriyle açıklanamayan, bir başka şey olmalı. Bu da sanatçının yaşamdan ürettiği şeydir. Bana göre yazdıklarımda ya da sinema çalışmalarımda yaşamın nabzı vurmuyorsa mutlaka bir şey eksiktir. Sinema ile şiirin yaşamla kopmaz ilişkileri yönünden yakın akrabalıkları var. Bu yüzden bir Taviani filmini bir şiir gibi okuyabilir, bir Nâzım şiirini bir film gibi izleyebilirsiniz.Nesrin Arman / Mart 1986 / Broy dergisi / Arşiv çalışması A. Haşim Akman onat kutlar turkedebiyati

ne çok öldük yaşamak için anlamı