☀️ Allah Yolunda Infak Ile Ilgili Kıssalar
Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı fesâdçıya uyan insanlar vardır.» (Hacc, 3). Bunun ardından da şöyle buyurmaktadır : «Bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah yolundan saptırmak için büyüklük taslıyarak Allah
245) "Kim de Allah’a güzel bir borç verirse Allah O’na kat kat artırarak ödeyecektir. Sıkan da, açan da Allah’tır. Hepiniz O’na döndürüleceksiniz". (A.K) 244-245.) Ey müminler! Bu anlatılanlardan ders alınız ve elçimiz Muhammed’le birlikte tevhit inancını ve
ArtıkKuran'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda uğraşacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.
Allaha İman. Meleklere İman. Kitaplara İman. İhsan. İnfak. Tefekkür. Kim Kimdir? Ne Nedir? Giriş Yap / Üye Ol Anasayfa » Etiket: ihlas ile ilgili kıssalar. Etiket: ihlas ile ilgili kıssalar. İhlas İle İlgili Örnekler. İhlas ne demektir? İslam’da ihlasın önemi nedir? Amellerde ihlasın fazileti ve
Kıssa. d) Destan. 7-Akıl sahibi bireyleri kendi özgür iradeleri ile onları doğruya yönelten ve onların dünya-ahiret mutluluğunu amaçlayan ilahi kurallara ne denir? a) Külli irade b) Ahlak c) Sünnet d) Din. 8- Allah, peygamberleri doğru ve güvenilir insanlar arasından seçmiştir. HZ.
SADAKAVERMEK, ŞİFA VERİR ve BELALARI ÖNLER TEGABUN SURESİ AYET 16. “ Kendinize bir iyilik, bir şifa olması için İnfak edin, Kim Nefsinin Çimriliğinden, Çirkefinden korunursa, işte kurtuluşa ermenin yolu odur,” der, SADAKA VERMEK, ŞİFA VERİR ve BELALARI ÖNLER EBU DAVUD HADİS No 3326.
Takdim Hz. Peygamber (s.a.v.)e, Cebrail (a.s.) vasıtasıyla yirmi üç senede gönderilen Kur'ân-ı Kerim, İslam inanç ve ibadetlerinin, onun getirmiş olduğu sosyal, iktisadîye hukukî sistemin, kısacası en geniş anlamıyla İslam Dininin temel kaynağıdır. Kur'ân-ı Kerim, müteaddit âyetlerde de ifade edildiği gibi, sadece
KURAN’DA RAKAMLAR (Bağlamsal Fonksiyonları) Giriş . Kur’anın en temel esaslarını ve muhteva alanını oluşturan tevhid, ahiret gibi konulardan başlayarak kıssalar, aile, nikah, miras, vs. temel-detay birçok muhtelif konuların anlatımında farklı sebep ve saiklerle kullanılan ve bulunduğu yerlerde önemli fonksiyonlar icra eden rakamların konusal
Buayet, Kehf Suresi’nde kıyamet alametlerine ve ahir zamana yönelik çok önemli işaretler olduğuna açıkça dikkat çekmektedir. Kehf Ehlinin insanlar tarafından bulunması ise, iyi insanların iyilerle kendiliğinden buluşacaklarına, birbirlerinden uzakta bulunsalar da bir gün mutlaka biraraya geleceklerine işaret olabilir.
gg4d. İnfak nedir? İnfak, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine muhtaçlara vermektir. Peki günümüz müslümanları olarak bu ibadeti ne derecede yerine getiriyoruz? İnfak ederken nelere dikkat etmeliyiz? İnfâkın edep ve adabı nedir? İnfak ile ilgili herşey... İNFAK NEDİR? İnfak kelimesi, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlardamaddi,manevi bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda "İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtı maddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkın rûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur. Rabbimiz buyuruyor “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. اَحْسِنُوا Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri sever.” el-Bakara, 195 buyuruyor. Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzûruna çıkarır.” Ali İsfehânî -rahmetullâhi aleyh- bu hakîkati ne güzel ifâde eder “…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” İNFAK NEDİR? - VİDEO MÜMİNLER BİRBİRLERİNDEN SORUMLUDURLAR Zira her mü’min, çevresinden mes’ûldür. Muhtaçların, mazlumların feryatlarına bîgâne kalamaz. Yine o, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, hassas, rakik, diğergâm, merhametli, cömert ve infak heyecânıyla dolu olmalıdır. Cenâb-ı Hak, rızkın temininde mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlet ve ilâhî bir lutuftur. Muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’minin rûhu da tesellî bulamaz. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur “Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!” Dünya serveti; en yakınlardan başlayıp toplumdaki âcizlere, kimsesizlere, gariplere yardımda bulunmak sûretiyle, vicdan huzûruna ve âhiret saâdetine ermek için kazanılmalıdır. Kazançta niyet bu olursa, dünyevî endişelerin gönüllerde meydana getirdiği katılık, kasvet, buhran ve sıkıntıların yerini tatlı bir huzur ve sükûnet hâli alır. KUR’ÂN’DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerîmʼde infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her müslümanın mükellefiyetidir. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK Bir gün Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– şu cevâbı verdi. “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” Nesâî, Zekât, 49 Yani Allah katında değerli olan; infâk edilen malın miktârından ziyâde, infâk edenin fedakârlık derecesidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır “O Allah ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan etmek için yaratmıştır…” el-Mülk, 2 İNFAK NASIL VERİLİR? “DARLIKTA DA İNFÂK EDERLER” Nitekim sahâbe-i kirâmın, infaktan muaf olacak derecede imkânı bulunmayanları bile, infâk ecrine nâil olabilmek için, kimisi dağdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su çekerek tasaddukta bulunmuşlardır. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler harcarlar…” Âl-i İmrân, 134 Yani takvâ ölçülerine göre; zekâta muhtaç olan, dardaki bir müʼminin de vermesi gerekir. O hâlde, varlıklı bir insanın ne kadar vermesi lâzım geldiğini, bu hakîkat önünde mîzân etmek îcâb eder. Yine Cenâb-ı Hak, diğer bir âyet-i kerîmede “…Rasûlüm! Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. İhtiyaç fazlasını.» de…” el-Bakara, 219 buyuruyor. Demek ki bir müʼmin, şahsî yaşantısında da iktisâda riâyet etmeli, kifâyet miktarıyla yetinmeli ve ihtiyacından artanı infâk etmelidir. ASIL ZENGİNLİK GÖNÜL ZENGİNLİĞİDİR Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, asıl zenginliğin, mal çokluğu ile değil, gönül zenginliği ile olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre herkes, kanaati kadar zengindir. Kanaat ise hadîs-i şerîfte bildirildiği gibi bitmez tükenmez bir hazînedir. Gerçek müminler de, bu zenginlik nîmetine sâhip olup infakta bulunanlardır. İnfak, bir müminin hassâsiyetinin ve mükellef olduğu diğergâmlığın kâmil bir tezâhürüdür. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Şam’a giderken deveye binme sırası kölesine geldiğinde, şehrin kapısına varmış olmalarına rağmen deveye ısrarla kölesini bindirmiş ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde olduğu hâlde Şam’a girmişti. İşte bu da, kâbına varılmaz bir infak ve îsâr tezâhürüdür. KENDİ HAKKIMIZI KARDEŞİMİZE DEVRETMEK Îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını kardeşine devretme anlamına gelir ki, bugün cemiyetimizde yok denecek kadar azdır. Ancak zekâtın biraz daha ötesine gitmek, onun dışındaki infaklara da fazlaca yer vermek teşvîk edilmeli ve bu iş müesseseleştirilerek düzenli bir şekle konulmalıdır. Bu müesseselerde aynı zamanda İslâmî şuurla hizmet edecek gayretli insanlar yetiştirilmelidir. Ayrıca ümmet-i Muhammed’in istifâde edeceği hastahânelerin, muzdariplerin kalacağı dâru’l-acezelerin huzur evlerinin yapılması da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir. İnfâka rağbet, bir müminin tabiat-i asliyesi olmalıdır. ALLAH YOLUNDA İNFÂKIN EDEP VE ÂDABI NEDİR? İnfakta gözetmemiz gereken edebi Rabbimiz şöyle bildiriyor “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allah katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir. Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” el-Bakara, 262-264 “Sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı” şekilde vermek gerekir. Bu şekilde infâk edenler, günahları affedilen ve kıyâmetin dehşetli ânında Arş’ın gölgesi altında bulunacak olan mes’ud kimselerdir. Bkz. el-Bakara, 271; Buhârî, Ezân, 36 Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri, fakirlere infak diye vermemelidir. Bkz. el-Bakara, 267 Âyet-i kerîmelerde Rabbimiz, hayır ve hasenatta riâyet etmemiz gereken edebi açıkça bildirmektedir. Yâni kalp kırarak, muhtâcı hor görerek, mihnet vererek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allah katında hiçbir değeri kalmaz. Böylesine kaba ve duygusuz bir kalb ile infâk edenler, verdiklerinin ecrini kendi elleriyle imhâ etmiş olurlar!.. ALLAH'IN CC KIYAMET GÜNÜ KONUŞMADIĞI 3 KİŞİ İnfak, ikram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh’ın gazabını da celbeder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defâsında arka arkaya tam üç kez “–Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” buyurdular. Ebû Zer -radıyallâhu anh- “–Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Elbisesini kibir ve gururundan dolayı kurula kurula sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan ve verdiğini başa kakan!” buyurdular. Müslim, Îman, 171 Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir. Çünkü kalpler, nazargâh-ı ilâhîdir. İncitilmeye gelmez… İNFAKTA KİBİR VÜCUDA GİRMİŞ ZEHİR GİBİDİR Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır. O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın teslim edilmesidir. Dünyâ serveti, ilâhî bir emânettir. Bunu unutarak, Allâh’ın nîmetlerinin, O’nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca mihnet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır. O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, birgün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb eder. Zîrâ zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir. Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir. Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir. Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir. Üstünlük yalnızca takvâdadır. O hâlde infâk etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünyâ hayâtındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır. Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde der ki “Birisine iyilik ettiğin zaman; –Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç birgün seni de biçer.” Varlıklı kimseler, kendilerini fukarânın yerine koymayı bilmeli ve; “Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi. Mâdem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emânet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes’ul kıldı ve bize bahşettiği nîmetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emretti…” diye düşünmelidirler… Yine Şeyh Sâdî’nin aynı eserindeki şu nasihatleri de pek mânidardır “Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin. Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla…” Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur “Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an.” ed-Duhâ, 8-11 Muhtâca nezâketle muâmelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, ezâ vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder. Lokman Hakîm ne güzel buyurur “İki şeyi unutma Allah Teâlâ’yı ve ölümü. İki şeyi de unut Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü.” Gerçek mânâda infâk ehli bir kul olabilmek; her iki dünyâda da huzur bahşeden çok kıymetli bir nîmettir. Bu ibâdeti lâyıkıyla îfâ edebilenler, Rabbimizin de müjdelediği üzere, kıyâmetin o dehşetli hengâmesinde korkudan ve kederden sâlim kalacaklardır. Bunun içindir ki merhameti sonsuz olan Rabbimiz, yüzlerce âyet-i kerîme ile; ümmetinin üzerine şefkatle titreyen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- da, sayısız hadîs-i şerîfleriyle bizleri infâkın huzur ve saâdetine ermeye teşvik etmektedir. Cenâb-ı Hak, kıymeti tam olarak âhirette anlaşılabilecek muazzam bir nîmet olan infâkın, bâzı nâdan davranışlar sebebiyle zâyî edilmemesi için, biz kullarını, “infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın” âyetiyle îkaz buyurmuştur. Mü’min, sehâvet sahibi insandır. Hakîkî sehâvet ise, gözünü kırpmadan, eli titremeden, yağan yağmurlar kadar tabiî bir rahatlıkla, cân u gönülden infâk edebilmektir. Yâni hayır-hasenât, tıpkı çiçeklerin güzel kokularını etraflarına cömertçe ikrâm etmeleri gibi tabiî ve külfetsiz bir şekilde yapılmalı ki, Hak katında bir kıymet ifâde etsin!.. Ancak böyle bir infak, Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olan infaktır. Nitekim âyet-i kerîmede “Sadakaları Allah alır.” et-Tevbe, 104 buyrulmaktadır. Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, böylesine nâzik bir hâlet-i rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur “Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..” O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü, azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder. Hak dostu Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, bir muhtaç gördüklerinde, şâyet arabada iseler otomobili durdurur, kapıyı açar, muhtâca doğru birkaç adım yürür, vereceği sadakayı tebessüm ve nezâketiyle daha da güzelleştirerek teslim ederdi. Kaynak Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları, 2011, Altınoluk Dergisi, 2008 – Mayıs, Sayı 267, Sayfa 032 İNFAKLA İLGİLİ İKAZLAR İNFAK, ALLAH İÇİNDİR "İYİLERİNDEN İNFAK EDİN" AYETİ İNFAK RAMAZANA MAHSUS DEĞİLDİR İNFAK HATIRLATMALARI İMKANI OLUP İNFAK ETMEYEN ZALİMDİR PEYGAMBERİMİZİN İNFAKI İslam ve İhsan
Hz. Muhammed sav insanların en cömertiydi. Kendisinden bir şey istendiğinde asla "hayır" demezdi. Malını Allah'ın rızasını kazanmak için infak eder, ashabını da teşvik ederdi. Sahabeler de mallarını İslam için harcamakta acele ederdi. Birbirlerini bu konuda teşvik eder ve hayırda yarışırlardı. Sizler için Resulullah ve ashabının hayatından cömertlik konusunda örnekleri derledik. Giriş Tarihi 1633 Güncelleme Tarihi 1411 📌 İnfak Sözlükte "tükenmek, tamamlanmak, son bulmak" manasındadır. Terim anlamı ise bir Müslüman'ın Allah'ın rızasını kazanmak için malı, bedeni ve aklı ile İslam'a yardımda bulunmasıdır. İnfak etmek kişinin üzerine farz olan bir vazife değildir. İnfak, zekat ibadetinden daha kapsamlı bir kavramdır. Kur'an'ı Kerim'de birçok yerde Allah, infak etmenin müminlerin özelliklerinden olduğundan bahseder ➡ Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah ihsanı bol olandır, bilendir. Bakara, 261 Bakara suresi 261. ayetinin tefsiri 📙 ve meali 🔊 İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Kasas, 54 Kasas suresi 54. ayetinin tefsiri 📙 ve meali 🔊 Sahabelerin cesareti ve kahramanlıkları 2 10 PEYGAMBERİMİZİN CÖMERTLİĞİ 📌 Hz. Muhammed sav insanlara ve ashabına karşı çok cömertti. Daima ashabını kendi nefsine tercih eder, onların hakkını gözetirdi. Eğer insanlar Nebi'den sav bir şey isterse asla onlara hayır demezdi. Eğer yanında bulunan bir şey varsa isteyenin ihtiyacını görürdü. Yanında bir şey bulunmadığında ise isteyen kimsenin borcunu üstlenirdi. Abdullah İbn-i Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Cebrail Peygamberimiz için şöyle demiştir " Allah'ın Resulü, bereket getiren rüzgarlardan daha cömerttir." Bir gün bir kadın Allah'ın Resulü'ne sav geldi ve elindeki elbiseyi göstererek şöyle dedi "Ben bu elbiseyi Arapların en şereflisine vermeye niyet ettim." Resulullah ashabından bir genci kendi nefsine tercih etti ve şöyle dedi "Sen o elbiseyi bu çocuğa Said bin As'a ver." buyurdu. Said, orada ayakta duran genç bir delikanlıydı. Abdullah bin Mesud kimdir? Abdullah bin Mesud'un hayatı 3 10 İNSANLARI CÖMERT OLMAYA DAVET EDERDİ 📌 Allah Resulü sav insanları cömertliğe, malları Allah yolunda infak etmeye çağırırdı. Cömertliğin cennetten bir ağaç olduğunu belirtirdi. Bu dünyada yapılacak iyiliklerin, ahirette Müslümanlar için fayda sağlayacağından bahsederdi. Nebi sav ilk hutbesinde ashabına şu tavsiyelerde bulundu ➡"Ey insanlar, Allah sizin için din olarak İslam'ı seçti. O halde, birbirinize karşı cömert ve iyi muamele edin. Şunu iyice bilin ki, cömertlik bir cennet ağacıdır. O ağacın dalları dünyadadır. Sizden kim cömertlik yaparsa, o ağacın bir dalından tutar da Allah onu cennete sokar. Yine bilin ki, cimrilik bir cehennem ağacıdır. Onun da dalları dünyadadır. Sizden kim cimrilik ederse o ağacın bir dalından tutar da Allah onu cehenneme sokar. Allah yolunda cömert olun! Allah yolunda cömert olun! Allah yolunda cömert olun!" Dört halifenin hutbelerinden öğütler 4 10 ENSARIN MUHACİRLERE YÖNELİK CÖMERTLİĞİ 📌 Müslümanlar Medine'ye hicret edince Hz. Muhammed sav muhacir ve ensarı birbirine kardeş kıldı. Mekkeli Müslümanlar mallarını Mekke'de bıraktıkları için onlara ensar yardım ediyordu. Muhacir kardeşleriyle mallarını paylaşıyor, topraklarında yetişen mahsullerden onlara da pay veriyorlardı. Ensar bir gün Nebi'nin sav yanına gelerek şöyle dedi "Hurma mahsulünü, bizimle kardeşlerimiz arasında paylaştır." Hz. Peygamber sav "Hayır paylaştıramam." buyurdu. Bunun üzerine muhacirler, ensara hitaben "Sizin mahsulünüze ortak olduğumuz halde, bize bir mükellefiyet yüklemeyecek misiniz? Bize bir iş vermeyecek misiniz?" Onlar da "Biz emredileni dinleyip, ona itaat ediyoruz, ne diyelim." diye cevap verdi. Cömertlikle ilgili ayet ve hadisler 5 10 📌 Medineli Müslümanlar, Mekke'den hicret eden Müslüman kardeşlerine her konuda yardım ettiler. Kendilerine ganimetten pay verildiğinde ilk önce muhacir kardeşlerine verilmesini istediler. Bu iyilik yarışından etkilenen muhacirler, bütün iyilikleri ensarın aldığını düşünerek Nebi'nin sav yanına gelerek şöyle dedi ➡ "Ya Resulullah! Yanlarına geldiğimiz kavmin emsalini görmedik. Ellerinde az bir şeyleri olsa, bizimle paylaşıyorlar. Bolluk içinde olurlarsa da, bol bol veriyorlar. Çalışmalarına iştirak ediyor, mahsule de ortak oluyoruz. Bütün sevap ve mükafatı onların almasından korkarız." Allah'ın Resulü sav "Hayır, onları övdüğümüz ve onlara hayır dua ettiğiniz müddetçe, siz de aynı sevaba müstehaksınız." buyurdu.
Ey iman edenler, eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah'da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz." 47/7 İnfak, İslam düşüncesinin, Allah'a gereği gibi kulluk etmenin, imanı bir bedel ile İsbat ve ifade etmenin kaçınılmaz bir yolu, Allah için nefsi ve malı arındırmanın bir gereğidir. İnfak; lügatte sarf etmek harcamak, malı elden çıkarmak anlamına gelir. Tanımından da anlaşılacağı üzere maddi şeyler için söz konusudur. Yani Kur'ani ifadeyle "RIZIK OLARAK VERİLENLERDEN" infak edilir. Lugavi anlamını biraz daha detaylandırdığımız zaman; harcama, bir gaye ile karşılık bekleyerek / ya da beklemeyerek feda etme, fidye verme, teberru, bir şey ya da bir beklenti için sarf etme anlamlarını ifade eder. Ayrıca tünel anlamına da gelmektedir... Ne Fe Ka Kaf fail kalıbında kullanıldığında; Fare, yuvasına girdi, olduğundan başka başka görünmek Münafıklık gibi anlamlar kazanır Nifak ve Münafık da aynı kökten türetilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu kelimenin 4 Dört boyutta kullanıldığını görüyoruz; a- Harcamak, sarfetmek. Bu harcama cümledeki yerine göre Zekat verme, yardımda bulunma, sadaka verme, İslami toplumu kalkındırıp güçlendirmek için yapılan yardım, teberru anlamları kazanır. Ayrıca Mal harcayıp yahut dağıtıp fakir düşme anlamına da gelir ki mesela 17/100 bunu anlatır. "Deki Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, o vakit harcayıp bitirmek korkusuyla muhakkak tutar hiçbir şey vermezdiniz. Zaten insan çok cimridir." b- Harcanan mal Harcama Yukarıda zikredildiği gibi ya teberru ve yardım maksadıyla, ya karşılığında bir şey elde etmek için, ya da şahsi ve ailevi ihtiyaçları gidermek için yapılır... "Allah onların yapmakta oldukları amellerinin en güzeliyle mükafatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her harcama, geçtikleri her vadi onların lehine yazılmıştır." 9/121 "Siz nafaka namına her ne verir veya ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur." 2/276 c- Tünel anlamında kullanılmıştır. "Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyor ve senin de gücün yetiyorsa yerin derinliğine inecek bir Tünel veya göğe çıkacak bir merdiven ara ki onlara bir mu'cize getiresin. Allah dileseydi elbet onları hidayet üzere toplardı." O halde sakın cahillerden olma." 6/35 d- Münafıklık etmek, İman etmediği halde mü'min gibi görünmek, kalben küfrettiği halde zahirde müslüman imajı vermek anlamında kullanılmıştır ki, kanaatimizce kelimenin köküyle alaka kurduğumuzda şöyle bir bağlantı çıkabilir "Kendini dünya ve onun geçici menfaati uğruna harcayan, kendini yolunda feda eden, sahip olduğunu dünyaya sarfeden". Nafik kelimesi müfali kalıbında münafık şeklinde kullanılır. Yine Fare deliğine girdi anlamıyla da kendi habis düşüncelerini kalbinde gizleyen, Fare'nin deliğine girip saklanması gibi nünafıkın da karanlığa girip hakiki kimliğini gizlemesi şeklinde bir anlam yakınlığı ortaya çıkar. Mevzu münafıklar olmadığı için asıl meseleye geçmek yerinde olur. Ancak münafıklık ve münafıklarla ilgili şu ayetlere bakılabilir; 3/167; 59/11; 9/67-68-77-97-101; 33/73; 48/6 ; 57/13; 8/49; 9/64; 33/12-60; 63/1,7,8... Asıl Mevzumuz olan a şıkkında inceleyeceğimiz infak konusunu, Kur'an bütünlüğünde tasnifi bir usulle incelersek hem ayetlerin toplu dökümünü birden vermemiş hem de daha nesnel bir boyutta incelemiş oluruz. İnfak, kapsamlı ve kuşatıcı bir salih ameldir. Zekat, sadaka, bunun kapsamına girdiği halde, bunlarla sınırlı değildir. İnfak olayı bunları içine aldığı gibi bunlardan ayrı, sürekli, her zaman ve zeminde ifa edilen /edilmesi gereken bir ameldir. İnfak için ne bir miktar, ne de bir vakit konmamıştır ki bu salih amelin iman mücadelesindeki ehemmiyetinin anlaşılması için kafi bir işarettir. İnfak; ihlas, itaat, sadakat, cihad, velayet, kardeşlik ve diğer sosyal sorumlulukların vazgeçilmez bir unsurudur. Müminler infak ederek, ihlas, takva fedakarlık ve adanmışlık ile kulluklarını perçinler, "hannasın" vesveselerine, dünya metaının süslenmişliğine, nefse ve onun verdiği tamaha sırt çevirip Rablerine yönelir ve karşılığını ancak O'ndan bekler, yalnız O'na teslim olduklarının şahitliğini yaparlar. İslam toplumunun oluşturulması, yaşatılması ve ayakta kalıp devam ettirilmesi için infak eylemi olmazsa olmaz bir gereklilik, imani bir sorumluluktur. Allah'u zü'l-celal müminleri tarif ederken "Kendilerine verdiğimiz rızık-tan İNFAK ederler" ifadesiyle mü'minlerin özellikleri belirtiliyor. "Allah yolunda infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah lütuf sahibidir her şeyi bilendir." 2/261 "Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden ve size yerden çıkardığımız rızıkların temiz olanlarından infak edin. Size verildiğinde gözü yumulu alamayacağınız kötü malı, hayır diye infak etmeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah Ganiy'dir. Hamîd'dir." 2/267 "Onlar ki gayba iman eder 2/3 namazlarını ikame eder ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." 8 /3; 22/35; "Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, bir başkasının malı olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli-açık infak eden bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? HAMD Allah içindir. Fakat onların çoğu bilmezler." 16/75 "İman eden kullarıma söyle; Namazlarını ikame etsinler, ve kendisinde ne alışveriş ne de dostluk olmayan bir gün gelmeden kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak etsinler." 14/31 "De ki; rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir veya kısar. Siz hayra ne İnfak ederseniz Allah onun yerine başkasını verir. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." 34/39 "Kim Allah'a güzel bir borç verirse, Allah'da onun karşılığını kat kat verir ve ona büyük bir ecir vardır." 57/7 "Allah'ın kitabını okuyanlar, namazlarını ikame edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler." 35/29 ve 3/92; 57/10; 8/60; 47/7... Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi iman ile infak eşitlenmekte; kulluğun pratik bir isbatı ve bunun sonucunda kat kat kazancı olan bir ticaretin müjdesi ile mü'minler infak'a teşvik edilmektedir. Nefsin önündeki engelleri sünnetullah çerçevesinde aşarak infak ile pekişen imanın tablosu resmedilmektedir. Adeta canlarının olduğu gibi mallarının da Allah'a satıldığını tescil etmeleri istenmektedir. Verecekleri mallarının, paralarının ve diğer variyetlerini ve borcun güzeli Karzen-Hasenen ve kazançlı bir yol" olduğu beyanıyla eksilen mallarının daha dünyada iken artacağı müjdelenmektedir. İntakın makbul olabilmesi için mutlaka Allah yolunda olması Allah rızası için sarf edilmesi gerekmektedir. Bunun dışında yapılan infaklar heba olmuştur, zayi olmuştur ve Allah katında bir karşılık görmeyecektir. Bu yüzden infak etmeyenleri cimrilik edenleri Kur'an tahkir edip utandırıyor. " Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe BİRR'e iyilik eremezsiniz. Her ne İnfak ederseniz. Allah onu bilir." 3/92 "Bedevilerden öyleleri vardır ki infak ettiğini angarya sayar ve sizin başınıza belaların gelmesini bekler. O bela kendi başlarına gelmiştir. Allah semi ve Alim'dir." 9/98 "Sizler Allah yolunda infaka çağrılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, cimriliği ancak kendine karşıdır. Allah Ganiy'dir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz yerinize başka bir topluluk getirir ve onlar sizin gibi de olmazlar." 47/38 bkz; 9/54; 4/38-39; 8/36; 57/10... Allah'a ve O'nun Dinine Muhalefet Edip Zarar Vermek İçin İnfak Edenler Allah'a ve O'nun dinine karşı savaş açan tağutlar bütün imkanlarını seferber ederek zarar vermek, fitne çıkarmak yeryüzünü ve ekini ifsad edip, küfrü ve zulmü yaygınlaştırmak isterler. Bunu büyük bir ibadet telakki eden tağutlar ve yandaşları her halükarda tevhide ve kurtuluşa çağıran bir ses, bir kıpırtı işittiklerinde, en ufak bir hareket gördüklerinde, servetlerini, canları dahil bütün varlıklarını feda etmekten geri durmazlar. İşte bu zalim tağutların bu yaptıklarıyla bütün amaçları fitne çıkarma Dinden döndürme atalar dinini koruma, hayra engel olma, tekebbür, İstiğna, şirk, zulüm, ifsad ve kurulu batıl düzenlerini korumak ve yaşatmaktan başka bir şey değildir. Bu vasıflar kafirlerin en bariz vasıfları ve emelleri olmuştur. Bu vasıflar artık onlarda bir ahlak, bir din ve karakter olmuştur. Veyl olsun onlara; "İnkar edenler var ya, onların malları da, evladları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Onların bu dünyada yapmakta oldukları harcamaların durumu İNFAK kendilerine zulmetmiş bir kavmin ekinlerini vurupta mahveden kavurucu bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi fakat onlar kendilerine zulmettiler." 3/116-117 "Şüphesiz küfredenler mallarını Allah yolundan alıkoymak FİTNE için infak ediyorlar. Daha da İnfak edecekler ama sonunda bu onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlub olacaklardır. Kafirlikte ısrar edenler ise cehennemde toplanacaklardır. 8/36 bkz. 18/42 İnfak Şekli Rabbimiz için ve nasıl İnfak edeceğimizi bildirmekle beraber teferruata girmemiş hikmet gereği müminlerin iman, fedakarlık ve teslimiyetlerini imtihan için alanı serbest bırakmıştır. Ancak infak olayını hayatın her zaman dilimi ve her alanına teşmil ederek vakıanın ehemmiyetini belirtmiştir. "O takva sahipleri ki bollukta da, darlıkta da Allah için intak ederler, öfkelerini yutarlar, ve insanları affederler. Allah'da muhsinleri sever." 2/219 "Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden ve size rızık olarak yerden çıkardıklarımızın temiz olanlarından intak edin. Size verildiğinde gözü yumulu alamayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah Ganiy'dir, Hamid'dir." 2/267} "Sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar, De ki; infak ettiğiniz şey ana-babanız, akrabalarınız, yetimler, miskinler ve yoksullar içindir. Allah yaptığınız her hayrı bilir." 2/215 "Onlar intak ettiklerinde ne israf ederler, ne de cimrilik ederler. İkisi arasında vasat bir yol tutarlar." 25/67 "Onlar rabblerinin rızası için sabreden, namazı ikame eden kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak eden ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya yurdunun güzel sonucu onlarındır." 123/22 bkz. "/29 ; 2/274-261; 9/99; 16/75... Burada da intakın, hayatın her alanında yani bolluk ve darlıkta, gece ve gündüz, malın en iyisi ve en güzelini sevdiğiniz şeylerden olmasını, ihtiyaçtan fazla kalan, ne aşırısını verip kendisi muhtaç olacak derecede ne de eli sıkı cimrilik ederek değil vasat bir yol üzere ana-babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yoksullara yolda kalmış veya yolculara yapılmasını, en önemlisi bunların Allah yolunda 32/16; 2/261; 28/54... intak edilmesini söylüyor. Gizli olmasını, nefsin ileri gitmemesi, kabarıp, şımarmaması, gösteriş olmaması, başa kakıp rencide etmeden, fakirleri incitmemesi 2/262; 4638-39 için isterken açık olmasını da mü'minlere bir örnek, bir teşvik olması, hayırlarda yarışılması 23/60-61, İslam toplumunu güçlendirip kalkındırmak, İslami otoriteyi desteklemek 8/60 için defalarca ve ısrarla vurguluyor, Özellikle "ALLAH YOLUNDA" ifasının kullanıldığı zaman yer ve mekan belirtmemesi dikkat çekicidir. Allah yolunda olması, mücadele, cihad, dayanışma, kalkınma, eğitim, barınma, beslenme, hayatın içinde olan bütün haillerde Allah'ın dinini yüceltmek, yeryüzünü ve ekini inşa ve ıslah etmek, kısacası bütün salih amelleri kapsamak üzere bu ifade kullanılıyor. İnfak ve Mücadele Boyutu "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Onunla Allah düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz ama Allah'ın bildiği kimseleri korkutasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz size eksiksiz ödenir ve haksızlığa uğratılmazsınız." 8/60 "Yine onlar rabblerinin davetine icabet eder ve namazlarını İkame ederler. Onların işleri aralarında şura iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak ederler." 42/38 " Korkuyla ve ümitle rabblerine yalvarmak için vücutları yataklarından uzaklaşır ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak ederler." 32/16 "Hayır olarak infak ettikleriniz sizin iyiliğiniz içindir. İnfaklarınızı ancak Allah için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa karşılığı size tam olarak verilir. Ve asla haksızlığa uğratılmazsınız." 2/272 İmanın isbatı tağutu/tağutları kesin ve net bir şekilde reddedip bir tek Allah'a kulluğu kabul etmektir. Bu da salt bir teori ve kuru ifade olarak kalmaz/kalamaz. Allah'a sahih bir iman ile salih bir kulluk için tağutun fiili bir şekilde reddedilip, bunun ortadan kaldırılması için Allah'ın emanet olarak verdiklerini samimi, bilinçli/basiretli ve fedakar bir şekilde seferber etmek kaçınılmazdır. Bu mücadelenin sağlıklı bir zeminde oturtulması için de mü'minlerin şûra ile hareket edip erimiş kurşun gibi saf bağlamaları gerekir. 61/1 Yine bilinçli ve köklü bir alt yapı ile besili atlar hazırlamaları, bir vücudun azalan gibi bütünleşmeleri gerekir. Allah'ın dininin yeryüzüne hakim olması için müminlerin canları evladları ve dünyada sahip oldukları bütün varlıkları ve imkanları ile cihad etmeleri istenmektedir. Kendini Nefsini değiştirmeyen kavmi, Allah değiştirmeyecektir. 13/11 Değişimi istemek için de memnuniyetsizliğin olması gerekir. Durumdan memnun olanlar değişim kelimesini telafuz etmeyi bile düşünemezler. Unutulmamalıdır ki imanın ilk ve temel şartı olarak reddedilen tağut, basit ve içi boş bir kavram değil, Nadiye'si, Ahzab'ı, Cunud'u, Mele'si, Mütrefin'i, Karye'si, Ahbar'ı, Atalar dini ve muhabese'si olan canlı, organik ve oturmuş bir yapıdır. İslam toplumunun bu canlı, organik ve oturmuş tağutu yoketmek için ve yine tağutun kendilerini yok etmemesi için alternatif bir güç oluşturmaları gerekir. "Size ne oluyor ki; Allah yolunda infak etmiyorsunuz. Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden fetih'ten önce infak edip savaşanlar daha sonra infak edip savaşanlarla eşit değildir. Onların dereceleri sonradan infak edip harcayanlardan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı va'detmiştir. Allah amellerinizden haberdardır. 57/10
AYET-İ KERİMELER Nahl / 90. Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Bakara / 64. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz. Bakara / 237…Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür. Kasas / 77. Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. Yunus / 26. Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz kara leke bulaşır ne de bir horluk gelir. İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır. HADİS-İ ŞERİF * Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Şöyle demiştir Bir gün Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem açıkta oturuyordu. yanına biri gelip “Îmân nedir?” diye sordu. “Îmân; Allâha, Meleklerine, Allâh’a mülâkî olmağa yâni Rü’yetu’llâh’a, Peygamberlerine inanmak, kezâlik öldükten sonra dirilmeğe inanmaktır.” cevâbını verdi. “Ya İslâm nedir?” dedi. “İslâm; Allâh’a ibâdet edip hiçbir şeyi O’na şerîk ittihâz etmemek, namazı ikâme ve farz edilmiş zekâtı edâ etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır.” buyurdu. Ondan sonra “Ya ihsân nedir?” diye sordu. “Allâh’a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Eğer sen, Allâh’ı görmüyorsan şüphesiz O, seni görür.” buyurdu. “Kıyâmet ne zaman?” dedi. Bunun üzerine buyurdu ki “Bu mes’elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. Şu kadar var ki Kıyâmet’den evvel zuhûr edecek alâmetlerini sana haber vereyim Ne zaman satılmış câriye, sâhibini yâni efendisini doğurur, kim idikleri belirsiz deve çobanları yüksek binâ kurmakta birbiriyle yarışa çıkarlarsa Kıyâmet’den evvelki alâmetler görünmüş olur. Kıyâmet’in vakti Allâh’dan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir.” Bunun üzerine buyurdu ki işte bu, Cibrîl aleyhi’s-selâmdir. Halka dinlerini öğretmek için geldi. *Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur Resûlu’llah Salla’llahu aleyhi ve sellem’den işittim kiAllah’ın kerem ve rahmeti olmadıkça Hiç bir kişiyi onun güzel işi ve ibâdeti Cennet’e koyamaz, buyurdu. Bunun üzerine Ashâb Yâ Resûla’llah! Sizi de mi koyamaz? Diye sormuşlardı da Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi Evet beni de Allah’ın fazlı ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibâdetim Cennet’e koyamaz. Bu vechile Ashâb’ım! İş ve ibâdetinizde i’tidâl ile hareket edip ifrat ve tefritten sakınınız. Doğru yoldan gidip Allah’a yaklaşınız! Sakın sizin hiç biriniz sâlih olsun, fâsik olsun ölüm temennî etmesin! Çünkü o, hayır ve ihsan sâhibi ise yaşayıp hayrını, ihsânını arttırması umulur; eğer günahkâr bir kişi ise yine yaşayıp günün birisinde tevbe ederek Allah’ın rızâsını dilemesi me’muldür. * Huzeyfe radıyallahu anh, “Allah yolunda infak edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Allah ihsan edenleri sever” Bakara, 195 mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki “Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil oldu.” * Yukarıdaki Câbir radıyallahu anh hadisi, bir rivayette şöyle gelmiştir “Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi kızkardeşim vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yanıma girdiler. Girince ilk iş yüzüme okuyup üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz “Ey Allah’ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?” dedim. Bana “İhsanda bulun!” dedi. Ben Öyleyse yarısını? dedim. Resûlullah “İhsanda bulun” dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi “Bu ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teâla kızkardeşlerine vermen gereken miktar hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların hissesini üçte iki kıldı.” Câbir radıyallahu anh şu âyet benim hakkımda indi derdi “Senden fetva isterler, de ki Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva veriyor…” Nisa 176. * Hazreti Câbir radıyalahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm “Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senâda bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden karşılık vermeyen nankörlük etmiş olur” dedi. Tirmizî’nin rivayetinde şu ziyâde var “. . . Kim de kendisine verilmeyenle süslenirse iki yalan elbisesi giyen gibi olur.” Nahl / 90. Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” “İHSAN” kelimesi de lugatta iki şekilde kullanılır. Birisi , bir şeyi güzel yapmak demektir. Birisi de , ona iyilik etti demektir. Türkçede ihsan bu ikinci mânâda meşhurdur. Âyette ise iki mânâya da gelmesi muhtemeldir. Ve her ikisi ile de tefsir, rivayet olmuştur. Birincisi yaptığını güzel yapmak demek olur. Bu mânâ ile ihsan, peygamberimizin hadisinde “Sanki görüyorsun gibi Allah’a ibadet etmen” diye tefsir olunmuştur. Yani bu şekilde ihsan, “görevi en güzel şekilde yapmak” demektir. Yine bu mânâdan olarak Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki “Allah Teâlâ her şey üzerine ihsanı güzel bir şekilde muamele yapmayı yazdı. Bundan dolayı öldürme ve kesmeyi bile güzel şekilde yapınız. Her biriniz bıçağını iyi bilesin ve boğazlayacağı hayvanı rahat ettirsin” demektir. İkincisi insanlara iyilik yapmak demek olur. Bu mânâ ile ihsan da “kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmen” hadis-i şerifi ile tefsir Mesud Radıyallahu anh demiştir ki “Kur’ânda iyilik ve kötülüğü en fazla toplayan âyet budur.” İhsan; lügat itibari ile iki şekilde kullanılır Biri “Ahsenehu” dur ki; birşeyi güzel ve mükemmel yaptı, ihsan şuuru ile davrandı ma’nâlarına gelir; diğeri ise “Ahsene ileyhi” dir ki; iyilik etti, ihsan ve cemilede bulundu ma’nâlarına gelir. Her iki ma’nâ da, Kur’ân’da ve sünnette nazar-ı itibara alınmış, yer yer bunlardan birisine, zaman zaman da her ikisine birden tevcih yapılarak telvine gidilmiştir ki, Hazret-i Yusuf “Alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” ın ihsan şuurunu tescil bölümünde buna işaret edilmişti. Hakikat ehlince ihsan; hak ölçülerine göre iyi düşünme, iyi şeyler planlama, iyi işlere mukayyed olma ve kullukla alâkalı davranışların, Allah’ın nazarına arzedilmesi şuuruyla, fevkalâde bir titizlik içinde temsil edilmesinden ibaret kalbî bir ameldir. İhsana ulaşabilmek için, duygu, düşünce ve tasavvurların sağlam bir îmana bina edilmesi, îman gerçeğinin İslamî esaslarla derinleştirilmesi ve kalbin kadirşinas ölçüleri ile İlâhîleştirilmesi şarttır. Başkalarına ve başka şeylere ihsan duygusu ise Hakk murakabesi ile bütünleşmiş böyle bir kalbin tabiî tavrıdır. Evet, “-İhsan, görüyormuşcasına senin, Allah’a ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de O seni görüyordur.” hakikatınca, yapılan her şeyi arızasız ve Cenab-ı Şâhid-i Eze-lî’nin nazarına arz edilebilecek şekilde, inanarak, duyarak, irade, his, şuur ve latife-i rabbaniye buutları ile yerine getirmek bir esas, bir temel prensip ve hakikat erlerince ulaşılması gerekli olan bir ufuk; başkalarına karşı iyilik duygusu, iyilik düşüncesi ve iyi davranmak ise, insan ruhu ile bütünleşmiş böyle bir ihsan şuurunun zuhuru, taşması ve intişarıdır ki; birinci şıkkın tabiî neticesi ve ihsana programlanmış bir vicdanın programlandığı şeyi ifade etmesinden ibarettir. İHSAN KALESİ Sultan Alâeddin, bir gün Sultânü’1-Ulemâ’ya şehrin etrafına yaptırdığı kaleyi gezdirir, beğenip beğenmediklerini sorar. Zamanı gelince ikaz ve irşad vazifesini ihmal etmeyen Baha Veled “Sellere ve düşman askerlerine karşı ciddi bir engel, ama mazlumların ve mahrumların bedduasına karşı hiç engel yeri yok… Bence asıl onların duasının arşa çıkmasını önlemek için kale yapmak gerek… Sen adâlet sarayı inşa etmeli, yoksullara ihsan kalesi yapmalısın ki, harici tehlikenin yanında dahili yıkıntıyı da önlemiş olasın” der. Alâeddin Keykubat bu sözlerden büyük ders alır ve son derece memnun olur. KİMSENİN GÖREMEDİĞİ GİZLİ BİR YER Hocaları tarafından ellerindeki kuşları kimsenin görmediği bir yerde kesip gelmeleri emredilen bir gurup talebe, hepsi gizli bir yerde kuşlarını kesip geriye gelmişlerdi. Ancak ihsan şuuruna sahip bir tanesi kuşunu kesmeden geriye gelmişti. Hocası bunun sebebini sorunca -“Ben kimsenin görmediği gizli bir yer bulamadım. Nereye gittiysem Yüce Allah’ı orada hâzır ve nâzır olarak gördüm” diye cevap vermişti. BİRİ BENİ GÖZETLİYOR Sahabenin ileri gelenlerinden Muaz bin Cebel Hazretleri, Hazret-i Ömer devrinde zekat memurluğu vazifesiyle çalışıyor, kabileleri dolaşıp onların verdikleri zekatları toplayarak Halifeye getiriyordu. Muaz, yine bir gün, Medine civarındaki kabileleri dolaşıp onların zekatlarını almış, Halifeye teslim etmiş ve sonra da evine dönerek istirahata çekilmişti. Muaz’ın hali fakirceydi. Bu fukaralık, bazan hanımının canına tak ettiği oluyordu. Kocasının eve eli boş geldiğini görünce, ona şu şekilde sitem etmeye başlamıştı – Günlerdir çöllerde dolaşıp duruyor, halkın zenginlerinden zekatlarını topluyorsun. İnsan, bu arada kendine de birşeyler ayırır, eve getirir. Kim bilecek, kim duyacak? Muaz, hanımının sitemine şu karşılığı verdi – Bunu nasıl yapanın hanım? Peşimde her an gözcü var. Biri beni söylüyorsun bey, demek sana Allah’ın Resulü itimad etti, Ebû Bekir itimad etti de, Ömer itimad etmeyip peşine gözcü koydu, seni gözetletiyor ha?.. Şimdi ben ona gösteririm… Kadın hışımla gitti, Halifenin huzuruna çıkarak kocasının peşine niçin gözcü koyduğunu sordu. Fakat Halifeden, kesinlikle böyle bir durumun olmadığını öğrenince, mahcup olarak geri döndü. Bu sefer de kocasına çıkıştı Beni Halifenin huzurunda mahcup düşürmeye ne hakkın var? Neden yalan söylüyor, Halife peşime gözcü koydu, diyorsun? Muaz, karısına şu manalı cevabı verdi Hayır hanım, yalan söylemiyorum. Ben, peşimde gözcü var, biri beni gözetliyor, dedim. Fakat o gözcüyü Halife peşime takti demedim. Peşimdeki gözcü, Halifenin değil, Allah’ın gözcüsü Kirâmen Kâtibin melekleri, iyi kötü herşeyi yazıp kaydetmiyorlar mı? Allah her yaptığımız işten haberdar değil mi? O’nun ilminden kaçmak, bilgisinden uzak kalmak mümkün mü? Zerre kadar hayrın da, zerre kadar şerrin de yarın ahirette hesabı sorulmayacak mı? Muaz’ın hanımı, bu cevab üzerine derin derin düşünceye daldı. Fakirliğin verdiği sıkıntı ile nasıl yanlış düşüncelere saplandığını anladı. Kocasına hak vererek, ona bir daha bu konuda sitem etmemeye karar verdi. SEN PUTUNU ÖRTÜYORSUN Züleyha, Yusuf Aleyhisselâma kastedip de üzerine gitmezden önce, odasında bulunan putunun üzerini örtmüş ve ondan sonra Yusuf Aleyhisselâma’ın üzerine yürümüştü. Yusuf Aleyhisselâm, ondan uzaklaşmakta iken arkasından şöyle bağırıyordu — Kalbinde zerre kadar da mı insaf yok Yusuf, nişin kaçıyorsun? Yusuf Aleyhisselâma dönüp kendisine şu cevabı verdi -Sen bir taş parçasından ibaret olan putunun üzerini, seni görmesin diye örtüyorsun. Halbuki benim rabbim, beni daima görüyor. Nasıl olur da ben, senin isteğine razı olurum?. GÖRMEDEN TAVUĞU KİM KESECEK? Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, Üstadı Uftade kuddise sirrahu Hazretlerinin hizmetinde daha ilk yıllarında talebe üten birçok talebe arkadaşlarının arasında, üstadımın yanında ayrı bîr yeri vardı. Uftade Hazretleri, müridleri arasında en çok onunla, ilgilenir, birçok iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi Üstad o talebesi ile, fazla meşgul olmasını etraftan hissedenler ve birçok talebesi çekemezler ve Üftada Hazretlerine derler ki —Biz de talebeyiz, onun bizden ne farkı var?. Talebelerin ve bazı müridlerin bu halini sezen Hazreti Üftade, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırdı, ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip —Bunu, gidip kimsenin görmediği bîr yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur buyurdular. Bıçakla tavuğu alan talebeler sür’atle etrafa yayıldılar ve kendilerine göre, gizli birer yer bularak kesip getirdiler. Fakat o hakkında dedi kodu yaptıkları, Onun bizden ne farkı var» dedikleri talebe, hayli zaman olmasına rağmen ortalıklarda yoktu. Erken gelenler, kendi aralarında konuşuyorlardı —Hocanın huzuruna çıkmaya yüzü yok ki, kesip de gelsin. Kimbilir şimdi nerelerde dolaşıyor, diyorlardı. “ O talebe, hayli zaman sonra elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar; —Bir tavuğu kesmeyi becerememiş, diyorlardı, kendi kendilerin Uftade sordu —Herkes kesip geldiği halde sen nerede kaldın? Hep seni bekliyoruz. Bu zamana kadar nerdesin? diye… O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan daha sonra büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri şöyle cevap verdi —Hocam, sizi beklettiğim için ayrıca özür dilerim. Lâkin ben, nereye gitti isem beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam iyi biliyordum ki Allah beni mutlaka görüyordu. Ve böylece, ordan oraya ? ordan oraya koştum» sizin emrinizi yerine getiremeden geldim, dedi. Tabii bu hâdiseden sonra, anladılar diğer talebeler, hocasının neden en çok onu sevdiğim ve onunla daha fazla niçin alâkadar olduğunu… Başlarını önlerine eğip hata ettiklerini anladılar. Çünkü Allah’a gizli olan hiçbir mekân ve zaman yoktu.
allah yolunda infak ile ilgili kıssalar